Her şey büyüyor. Sahip olduğumuz; içinde, çevresinde olduğumuz her şey büyüyor. Büyüdükçe karmaşıklaşıyor. Karmaşıklaştıkça bizi yoruyor, mutsuz ediyor. Ya da en azından mutlu etmeye yetmiyor. Büyük, kalabalık şehirler, yoğun trafikler, alışverişler, gelişmiş teknolojiler, o koştukça bizi de peşinden koşturan trendler. Çok yoruluyoruz. Çalışırken, dinlenirken, alırken-verirken… Yaşarken ve geleceğimizi planlarken yorgunluktan ölüyoruz. Ee, haliyle mutsuz oluyoruz.
Biz bu hal içindeyken,; “Aman, çocuklarımızı iyi yetiştirelim, onları mutlu edelim,” diyoruz. “Kurslara gönderelim, matematik öğretelim, şarkı söyletelim, yüzdürelim, gezdirelim. Mutlaka satranç, futbol, tenis oynatalım. Biz çocuklarımızı büyük insan yapalım…” istiyoruz da… Bir şeyleri ıskalıyor olmalıyız ki birçoğumuz bu hedeflerimize ulaşamıyor ya da ulaştığımız hedeflerimizden memnun olmuyoruz. Ama çocuklarımızı da yanımıza katarak ve hız kesmeden çoğu zaman “Nereye böyle?” diye düşün(e)meden, durmadan yine de koşuyoruz.
Çocuklarımız bitap.
Bizim gibi.
Oysa onların hayattan bekledikleri çok daha basit. Şöyle anlatayım:
Son zamanlarda izlediğim bir sosyal deney var aklımda. Sosyal medyada karşılaşanınız olmuştur mutlaka. Bir grup anne-babaya “Herhangi biriyle akşam yemeği yiyebilecek olsanız kimi seçerdiniz?” sorusu soruluyor. Anne – babaların aklına – muhtemelen birçoğumuzun da ilk aklına gelebilecek – ünlü insanlar geliyor: Marilyn Monroe, Poul Hogan, Nelson Mandela gibi…
Bunun üzerine anne – babalara, aynı soruya çocuklarının nasıl cevap verdiklerini gösteren bir video izletiliyor. Çocukların verdikleri cevaplar karşısında anne – babalar kendilerini kötü hissediyor gibi görünüyor. Bu videoyu izlemesem ve bana aynı soruyu sorsalar, muhtemelen ben de videodaki anne – babalar gibi seçimler yapardım. Çocuklarımın da çizgi film kahramanlarından birisinin adını söylemesini beklerdim. Ama çocuklarımızın en büyük kahramanlarının gerçekte kimler olduğunu unutuyoruz. Videoda gördüğümüz çocukların neredeyse hepsi, muhtemelen her gün aileleri ile yemek yemelerine rağmen, “Ailemle, anne – babamla birlikte yemek yemek isterdim,” diye yanıtlıyorlar soruyu. Çarpıcı! Bu basit yanıt bizi çocuğumuzun ruh dünyasına anlık bir gezintiye çıkarıyor. Anne – baba olarak çocuğumuz için ne anlama geldiğimizi fark ediyoruz. Onların doğruları da, kahramanları da biziz. Ve aslında çocuklarımızın hayattan, bizden beklentileri çok basit. Biz onlara yetişkinlere özgü çoğu zaman anlamsız beklentiler kurmayı, enteresan kaygılar duymayı ve “büyük” hedeflere ulaşmayı öğretene kadar…
Önce biz bir sakinleşebilsek…
Sanırım çocuklarımıza vereceğimiz en büyük yetenek bu olacaktır.
İnternet ortamında TEDxIstanbul konuşmalarına çağrılan, çizgi karakter Pepe’nin yaratıcısı Ayşe Şule Bilgiç; tesadüfen dinlediğim konuşmasında şöyle söylüyor:
“…o yaşlarıma döndüğümde gördüğüm Ayşe, şöyle bir Ayşe; üç yaşında İstanbul’da o dönemdeki Türkiye’nin standartlarının altında bir ekonomide yaşayan çok mutlu bir çocuktu. Yıllarca kendime hep şunu sordum: Neden bu kadar mutluydun? Ne vardı bu kadar mutlu olacak? Neydi biliyor musunuz? Benim annem çok mutlu bir kadındı….”
Sadece anne – babası mutlu olduğu için mutlu olan bir çocuk… Okulda çok mu başarılıydı? Kaç enstrüman çalıyordu? Hangi kurslara gidiyordu? Anne – babasının mutlu olması kadar hiçbir şey mutlu edemiyor bir insanı. Ya da daha doğrusu, sadece anne-babasının mutlu olması bile, bir çocuğun mutlu olabilmesi için fazlasıyla yeterli.
Kendisiyle barışıp hayatını nitelikli yaşamayı başarmış bir yetişkinin çocuğuna vereceği en büyük hediye de tam olarak budur sanırım. Kendisiyle barışık mutlu anne baba… Çocuğumuzun hayatını, kurslarını, dershanelerini ayarlamaya, yeteneklerini keşfetmeye ayırdığımız zaman kadar, bir anne veya baba olarak kendi kişisel hayatımıza ayırmak daha doğru olacaktır. Çünkü çocuklarımız daha çok bizi izleyip taklit ediyorlar. Siz çocuğunuzu düşündüğünüz kadar kendinizi bulmaya, ertelenmiş bir hayatınız varsa onu gerçekleştirmeye koyulun. Gerisini çocuğunuz halledecektir.
Para kazanmak istiyorsa para kazanacak, istiyorsa müzik yapacak ya da dünyayı keşfe çıkacaktır. Belki de hiçbir şey yapmayıp hayatını sıradan bir insan gibi geçirecektir.
Aynı anne ve babalarının yaptıkları gibi.
Belki bir eksik belki bir fazla.
Yazar: Umut Kart