Dalga mı geçiyorsun, düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bir şeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar
Aziz Nesin
Çocuk olmak, bir insan yavrusu olmaktan çok daha fazlası demek. Üzerine hayaller kurulan, şekillendirme arzusuyla yanıp tutuşulan, olan bitenden habersiz olan, masumiyetiyle yetişkinleri kıskandıran ufacık tefecik bir varlıktan çok başka bir şey. Doğduğu günle yetişkin olduğu süre boyunca dünyayı tanıması, dünyaya alışması, yaşama pratiği kazanması, kendini ifade etmesi, bir şeyler üretmesi, ilişkiler kurması, tek başına bir şeyler başarmanın ve otonomi sahibi olmanın tadına varması, birlikte üretmekten zevk alması onu tüm halleriyle hakları olan bir birey, bir insan yapar. Öyle bir birey ki, tarih boyunca yok sayılarak kararına saygı duyulmayan, hükümdar kıyafetleriyle tahtlara oturtulan, yani hiçbir şey olmama ile yetişkin sorumluluğuna sahip olma arasında gidip gelen, tutarsızca uçlarda seyreden rollerin altında kimliği mütemadiyen yok sayıla gelmiş.
Şimdi bütün çabalarımız, çocukların çocuk olarak varlıklarını sürdürmeleri ve potansiyelini gerçekleştirmeleri önündeki tüm engelli kaldırabilmek, var olan fırsatları daha da güçlendirebilmek. Ancak çocuklara yetişkinlik rolü biçmek bir kenarda dursun; çocukları zayıf, farkında olmayan, hamur gibi şekillendirilebilen olduğuna dair çocuk algısı hâlâ birçok kişinin genellikle bilinçli olmadan savunduğu ve sürdürdüğü bir durum.
Bu dünya kimin dünyası?
Çocuklara dair birçok şeye daha yakından bakma fırsatı bulduğumuzda bütün olan bitenlerin yetişkinler dünyasına ait olduğunu fark ederiz. Yetişkinlerin tercihleri, yaşam tarzları ya da yetişkinlerin yapıp ettikleri sonucunda ortaya çıkan durumlar çocukların anne karnından başlayarak tüm yaşam süreçlerini etkiler. Bulundukları ortamla ilişkilerini şekillendirir. Bir Afrikalı, bir zengin, bir kız veya bir engelli olmak da böyle bir hal. Yetişkinlerin kurallarının geçerli olduğu ve onların etiketleriyle hareket alanı bulabileceği bir alana, pek de seçme hakkı verilmeden düşüveren bir çocuk, onu yetiştirme sorumluluğunu alma ya da almama yönünde karar veren birilerinin inisiyatifinde dünya ile olan bağını kurar ve sürdürür.
Ben kimdim?
Bundan yaklaşık çeyrek asır evvel bir kör kız çocuğu olarak dünyaya geldiğimde de ben, ne olup biteceğinin farkında değildim. Toplumun var olan farklılığımı bir kimlik olarak kabul edip fiziksel ve düşünsel düzenini buna uygun olarak kurgulamayışından dolayı ortaya çıkan engellenmişlik halinin nasıl tüm süreçlerimi etkileyebileceğini bilmiyordum. Oysa başlı başına yetişkin bir kadın ya da engelli olmak koskocaman bir mücadele alanıyken, içinde bulunduğumuz toplumlar bu kimlik farklılığını zenginlik olarak kabul etmezken, bir de bu yetişkin kimliklerinin çocuksal prototiplerini yaşamak pek de idrakında olduğum bir hal değildi. Şimdi nispeten yetişkin kör bir kadın olarak maruz kaldığımız ayrımcı uygulamalara, tacizlere, ötekileştirmelere dikkat kesildiğimde bunu tecrübe etmek zorunda bırakılan çocukların ihlal edilen haklarına karşı kendimi nahoş duygular içinde bulmam hiç de yersiz değilmiş gibi geliyor bana.
Hak çocukluğun neresinde?
Bazı zamanlar gazetelere baktığımda özellikle psiko-sosyal engel gruplarındaki kız çocuklarına yapılan taciz/tecavüzün boyutları, koşulları, sonuçları, insanların buna dair bakışı, ve tepkisizlikleri, bu da yetmezmiş gibi bu haberler aktarılırken kullanılan dil beni fazlaca rahatsız ediyor. Bir insan hakkı olma perspektifinden bakıp taraf olduğumuz sözleşmeleri düşünüyorum ya da bu kadar ayrıntıyı bile bilmeyi gerektirmeyip insan oluşumuzdan ötürü becerebileceğimiz olası akıl yürütmeleri… Mantık ve yasalar dururken hâlâ nasıl böyle şeyleri mümkün kıldığımızı fark etmek akıllara zarar geliyor. Oysa her gün için bir vakayı görmek ne yazık ki oldukça olası. Bütün bu tablo daha çok insana ulaşmak üzere kaleme sarılmak için bende büyük bir istek uyandırıyor. Belki kız çocuklarına yapılan bu boyutta bir şiddete daha çok dikkat kesilmenizi rica etmek benim açımdan ilk adım olarak sayılabilir.
Engelli kız çocuğu kimliğini insan hakları açısından ele aldığımızda taraf olduğumuz çeşitli uluslar arası sözleşmelerin neler ifade ettiğine kulak kesilmek ilk etapta yararlı olabilir diye düşünüyorum. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi 6. maddesinde engelli kadınlarla beraber engelli kız çocuklarının haklarının korunmasına da işaret etmektedir, aynı sözleşmenin 7. maddesi ise engelli çocuk haklarını kapsamaktadır. Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin 23. maddesi engelli çocuklarla ilgili olurken, 34. maddesinde cinsel sömürü ve şiddet ele alınmaktadır. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme‘de ise, sözleşmenin 18 yaştan küçüklerin, kız çocuklarının da haklarını koruyup garanti altına aldığı belirtilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere, her türlü farklılığa dayalı ayrımcılığı içeren ve engelli kız çocuğunun kimliğini bir açıdan ele alan bu diğer sözleşmelerle ve de eğitim, kişisel bütünlüğün korunması, sağlık gibi haklarla beraber yasal açıdan hak çerçevesini farklı açılardan ve kapsamlı olarak nasıl ele alabildiğimiz açık bir hale gelmektedir. Bu yüzden bu bağlamı her daim akılda tutmak yararlı olacaktır.
Çocuğun yüksek yararı!
Üzerine hep konuşulan, düşünülen, üretilen bir konu ise çocuklar için en doğru kararı vermek ve uygulamalar yapıyor olma meselesi. Bu sentetik, duygulardan ve beklentilerden bağımsız, standartlaşmış bir gerçeklikten çok değişebilen bir durumu işaret eder aslında. Yani bir çocuk için, onun hayatına dair, geleceğine dair bir karar alırken ya da uygulamaya giderken, ne ölçüde kendi arzu, öngörü ve beklentilerimizi bir kenara koyabiliyoruz? Onların adına bir söz söylerken, bu ne kadar bize ait, ne kadar onların varlıklarını, gerçekliklerini içeren bir söz oluyor? Bir tespit yaparken ne kadar toplumun ölçütlerini kullanıyor, ne kadar çocuklara kulak veriyoruz? Çocukları düşündüğümüzü iddia ettiğimiz dakikalarda, -dürüst davranmak gerekirse eğer- kendi hayallerimizi, ideallerimizi ne oranda sıyırabildiğimize inanıyoruz?
Çocuk demeğe gelince
Belki bir kez daha çocuk olmanın, özelde engelli kız çocuğu olmanın tanımını yapıp sözcük sözcük sindirmek, onlarla beraber hayal ettiklerimiz, peşinde koştuklarımız, var etmeye uğraştıklarımız, ürettiklerimiz için kendimizi daha farkında hissettirecek. Onlar henüz toplumda süregelen pozitif/negatif, yararlı/zararlı her türlü mekanizmanın nasıl işlediğine, bu mekanizmayla nasıl bir ilişki kurulabileceğine tam hakim olmayan, ama her insan gibi hakları, istekleri, beklentileri, güçlü ve zayıf yanları olan bireyler. Daha çok tecrübe kazanıp, kendilerini daha çok var etmeleri/gerçekleştirmeleri için zaman zaman desteğe ihtiyaç duyabilirler, aynı şekilde büyüklerinin farkında olarak ya da olmayarak, çocuk olmayı küçümsemekten kaynaklı istismarlarına maruz kalabilir, yardıma ihtiyaçları olduğunu kendilerine özgü birtakım yöntemlerle gösterebilirler. Bu durumda onların iyi gözlemci, eşlikçi, destekçi ve cesaretli yetişkinlere ihtiyaçları vardır. Bir engelli çocuk olmaksa, bu gerçeklikten hiçbir şeyi eksiltmez. Engelli bir çocuk, herkes kadar farklı, herkes kadar gelişime açık, herkes kadar meraklı/isteklidir. Bu yüzden tüm çocuklar gibi sosyalleşebileceği, kendini geliştirebileceği, farklı bağlantılar kurabileceği, değişik ortamlar göreceği yerlerde okuması, oynaması ve hayatını sürdürmesi gerekir. Bu katılımcı ortamın, tüm çocuklar için olduğu gibi, yetişkinler tarafından sağlanması gerekecektir. Yani kısaca her çocuğun kendi kimliğini yaşayabilmesi için yetişkinler tarafından fark edilmeye ihtiyaçları vardır, bu sayede kendilerini gerçekleştirecekleri ortamın kurgusunu beraber var etmek mümkün olacaktır.
Sonuç olarak, çocuk olmak, hele ki engelli bir çocuk olmak içinde ağlamaklı ya da kahramanlık hikayeleri barındırmaktan çok, oyun kokan, yaşam kokan, yaratım kokan bir dönemde var olmaktır. Her çocukla kurulan hayaller onlar için de kurulmuş sayılır aslında, çoğu insan fark etmese de. Hülasa bugün dönüp baktığımda, topluma karşı, çevreme karşı daha çok kendim olduğum bir çocukluk beni mutlaka daha otonomi ve özgüven sahibi bir birey yapabilirdi. Bunu bilerek tüm çocukların varlığına saygı duyuyor, bağımsız ve güvenli bir çevrede yetişip gelişebilmeleri için gerekeni yapma konusunda kişisel bir sorumluluk duyuyorum.
Görsel: Dan Evans